27 Aralık 2012

Arının Minik Ayakları

 Sadece bir hafta önce buraya yağan kar.

 20 aralık.

Ve dün 26 aralık.   Arıları çok zaman oldu görmeyeli. O kadar uzun olmuş ki; tarihini unuttum.

 Önce ufaktan başladılar sonrasında iyice çoştular.

 9 kolonimiz var şuan. Hepsi uçuş yaptı. Bakalım bahara hep beraber çıkacağız inşallah. Resim çekerken biri yüzüme konmasın mı. Gözlerimi kapadım(Sokarsa gözümün içini sokmasın bari!)
Burnumda dolaştı, göz kapaklarımın üstünde dolaştı. Gezindi gezindi yahu git artık diyorum gitmiyor. Uçana kadar adrenalin pompaladım durdum. Ama bebek ayağı gibi pıtı pıtı yüzümde yürümesi çok tatlıydı, hoşuma gitti. Tabii mevsimin kış olduğuna şükrediyorum. Yazın kovana bir metre mesafede yüzüme bir arı çarpsa sokma ihtimali % 90

.................................................................
.................................................................

Yaz oldu mu taze karpuzun kokusu nereden nereden insanın burnuna gelir. Kimileri karpuzun kabuğuna yakın kısmını sever. Ben ise karpuzun göbeğini severim.
Biraz gevşek olur ama hep tatlı olur. İşin güzel tarafı kimsede bana göbeğini yiyorum diye kızmaz:)

 Ali İhsan abimiz kendisi için karpuz yetiştirmiş, kış karpuzu! Kime niyet kime kısmet derler ya; dön dolaş karpuz bize nasip olmuş. Bu sarı kış karpuzlarını görmeyeli çok oldu. Zaten yıllar önce bir kere görmüştüm:)

Annemin dediğine göre bostanda en geç olgunlaşırmış kış karpuzu; böyle divanın altına yuvarlayacakmışsın, bir hastanın canı mı çekti; bir misafirin mi geldi? Oradan çıkartıp kesecekmişsin. Hatta bunun bir versiyonu da asmada oluyormuş. Asmanın üzümlü dallarını camdan evin içine,odaya döndürürlermiş. Ola ki bir hastanın canı üzüm çekerse, oradan üzüm kesip götürürlermiş kış günü. Çok ince bir düşünce!!! Hele ki yokluğun had safhada olduğu düşünülürse!

Oooo! dedim anneme. Şimdi her mevsim her tür meyve var. Olmadı misafirine ikram edecek her nevisinden püskevit:) pasta, tatlı, içecek ne ararsan var. Bunlarla uğraşmaya ne gerek?
Ama eski mutluluklar, eski tatlar yok ya neyse!

Karpuzdan bol bol tohum aldım. Herhalde hibrit değildir diye düşünüyorum.Nasip olursa gelecek yıl nostalji yapacağız.
.....................................................................
.....................................................................

Tabiatın içinde yaşıyorsanız her türlü mahlukatla karşılaşmayı ve onlarla uyum içinde yaşamayı en başında kabul etmişsiniz demektir. Ortada imzalanan bir sözleşme yok ama sözleşmenin koşulları aynen böyledir. Kendi adıma uyumlu yaşamaya azami gayret gösteriyorum ama bazen her iki tarafta kural ihlali yapıyor. Civcivlerde her daim yem olunca; kümeslerde geçirimsiz olmayınca fareler dadanmış. Akşam olup civcivleri kapatınca yemliklerin etrafına 10 tane kapan kurdum.( kurmak zorundayım benden başka yapacak kimse yok)

 İlk gece 5 tane birden yakaladım. İkinci gece 3 tane. Üçüncü gece 0 tane. Bittimi, bitmez! Bitmesi mümkün değil(arılarda varroanın bitmeyeceği gibi) Zaten bitmesini isteyende yok. Aksi durumda baykuşu, yılanı aç kalır ki bunu da istemeyiz.

 Pis fare deyip geçme.  O bile çok güzel yaratılmış.

" Tek istediği" ve "son istediği" sadece bir parça yer fıstığını kemirebilmekmiş. Gayet tabii bir istek! Ben kendi isteklerimi düşünüyorum da... kendimden utanıyorum.

 “Bir fareyi öldürmek” İnsan için söylemesi de yapması da  ne kadar kolay değil mi?  Elbette yaptığımız ve yapmadığımız her şeyin hesabını bir gün vereceğiz.
Hayırlı Cuma’lar.

19 Aralık 2012

Kartal Yuvası

Bu güzel gün batımını geçen cumartesi İstanbul da çektim. Yer Nish Adalar.
Kedim ezildikten sonra moralim düzelsin diye ailem beni 5 günlüğüne İstanbul’a postaladı. (Malum; beden sağlığı kadar kafa sağlığı da önemli:)
Ablam daha önceden Acıbadem’de oturuyordu. 2 ay önce evini buraya taşımıştık.

Nish adalar bulunduğu tepenin en üst kısmına kurulmuş. Geniş bir deniz manzarasının olduğu kesin.  Aşağı kısımda çevre düzenlemesi ve dükkan çalışmaları devam ediyor. Kepçeler, beton mikserleri, kamyonlar. Hareketlilik doruk noktasında. İşçiler saat 7.30 gibi çalışmaya başlıyor. Bende sabah erken uyandığım için işçilerin çalışmasını seyretmek bana büyük keyif verdi. Ne de olsa bende çalışanı ve çalışmayı çok seven biriyim.

 Aşağı kısım Maltepe.
Evin sağ tarafına doğru bir orman var. Aşağıda yüzlerce binlerce evi görmek benim başımı fena halde döndürüyor. Kartal yuvası gibi yer burası. Kartallar için iyi olabilirde:)
Ama hakkını yemeyelim, özellikle geceleri manzara çok güzel. Adalar,gemiler ışıl ışıl gözüküyor. Az önce bahsettiğim binlerce evde karanlıkta birer ateş böceği gibi ışık saçıyor.
Ben müstakil bir evde büyüdüm. 10 metrekare kadar bir bahçesi vardı. Selimiye camiine yakın, merkezi bir yerde. Mahallemizde hiç apartman yoktu. Herkesin evi tek katlıydı. O yüzden midir bilinmez, küçükken apartmanları görünce büyük bir hayranlıkla bakardım. Hele geceleri bütün dairelerden dışarıya vuran dizi dizi ışıklar beni ayrı bir cezbederdi. “Keşke ben de o apartmanın içinde yaşıyor olsam” diye aklımdan çok geçmiştir. Çocukluk işte, apartmanları başkaca bir şey sanırdım.
Oysa şimdi bu süslenmiş beton yığınlarından özellikle nefret ediyorum. Fiyatları milyonu bulsa da böyle bir yerde yaşamak inan ki istemem. Ben doğa insanıyım. Elim ayağım mutlak surette toprağa değmeli! Neyse ki ziyaretim kısaydı ve evime döndüm. İnsanın evi gibisi yok!

Bu yaz güvelerin ikamet ettiği kovanlardan biri. İçinde yedek kabarmış petekler vardı. Güveler peteklerin canını çıkarmış. Sonrasında kovana kozalamışlar. Ben petek güvelerinin ağaç kemirdiğini bilmiyordum.

Gerçekten güzel bir çalışma çıkarmış ve kavaktan yapılan bu kovanı kemirmişler:)

 Güvelenmiş petekleri geçen günler dışarı atmıştım.

 Hava soğuk olmasına rağmen tek tük bal arısı ve eşek arıları bal kalıntılarını yemeğe gelmiş!

 Donlar başlamadan önce evimize taratuar çalışması yapıyorduk. 70cm genişlik. 36 metre taratuar yaptık.

 20 torba çimento,
 Beton çatlamasın diye de 3 plaka çesan kullandık.

İşin kalıp, tesviye, ölçüm işlerini abim yapıyor. O usta, bende kalfayım. İşçimi deseydim yoksa! Olsun bir işte ustanın da işçinin de değeri var. Birinden biri olmasa iş yürümüyor! Evet, beton karma işçiliğini de ben yaptım ki; bileğim incindi. 2 haftadır sol bileğim ağrıyor. Neyse ki işi kar yağmadan bitirdik. Aslında manto yapımına da başlayacaktık ama bakalım bahara inşallah!

 Kovan kapağındaki saç, yağlı boyayı üstünden atmış.

Onu fotolarken bizimki  kovanın üstüne çıktı. Adı “Şopar”

 Bir delikanlı 7 aylık:) Maşallahı var güzel bir kedi!


Elimi ısırmaya çalışıyor ama dişlemiyor. Daha önce hiç siyah kedim olmamıştı. Birde bunun küçük kız kardeşi var ki sormayın gitsin!
Şu an dışarıda kuvvetli bir poyraz fırtınası var, rüzgarın sesini duyabiliyorum. Akşamdan sular buz tutmaya başlamıştı bile. Yarın sabah karla uyanabiliriz!

08 Aralık 2012

Erkekler Ağlar mı?


Gözlerinin güzelliğine iyi bakın, çünkü o gözler şimdi kara toprağın altında!
Kim derdi ki evimizin bahçesinde feci şekilde can verecek! Sahipleri onu bu yıl, bir bahar günü bizim bahçeye terk etmiş. Yavruydu henüz. O kadar yumuşak tüyleri var ki; bir elleseniz. O yüzden  adını “Battaniye” koydum. Baktım besledim sevdim hem de çok sevdim. Diğer kediler de onu çok sevdi, kardeşleri yerine koydu.

Nasıl oldu görmedim. Battaniye’ yi araba altına almış. Arabayı durdurunca Battaniye tekerleğin altından fırladı. Ağzından burnundan kanlar nasıl fışkırıyor. Güzelim sarı tüyleri kan ve çamur içinde kalmış, çırpındı çırpındı… Sonunda çırpınması da kesildi. Yerler kan gölüne dönmüş, güzel gözlerinin feri kaçmış ve etrafı keskin bir kan kokusu kaplamış…
Çok kedi gördüm, sokakta araba çarpmış ölmüş. Kimi kendi kedilerimizdi; kimisi sokak kedisi! Hepsini yoldan toplayıp ellerimle toprağa verdim. Hele bir tanesi var ki aklımdan hiç çıkmıyor. Kedi hamileydi ve araba çarpmış. Annenin vücudu paramparça olmuş ve yavrular yola saçılmış. Allahım!Tek tek yoldan topladım onları. Çok kötüydü çok! Ama hiçbirinin ölüm haline şahit olmamıştım. Battaniye’nin ölümü ise bende başka bir yara açtı. Hele evimizin bahçesinde başına böyle bir şey gelmesini hazmedemiyorum. Ah be!

Bir hikaye vardı; anlatmış mıydım? Anlattıysam da kusura bakmayın; bir kere daha dinleyin:
“ Hükümdar bir rüya görür. Rüya tabircisini çağırtır rüyasını anlatır. Tabirci der ki: “Efendim siz çok yaşayacaksınız ve bütün çocuklarınızın tek tek ölümüne şahit olacaksınız” Bu sözler hükümdarın hiç mi hiç hoşuna gitmez. Derhal  tabircinin kellesinin kesilmesini emreder. Başka bir tabirci daha çağırtır ve ona da rüyasını anlatır. Bu sefer ki tabirci rüyayı şöyle yorumlar: “Aman efendim! Allah size o kadar uzun, o kadar sağlıklı bir ömür verecek ki evlatlarınız sizin acınızı hiç görmeyecek!” Bu güzel sözler hükümdarın o kadar hoşuna gider ki  tabirciyi kese kese altınla ödüllendirir.” Aslında yorumcuların ikisi de aynı şeyi söylemiştir: Sonuç olarak hükümdar çocuklarından daha uzun yaşayacak yani evlatları ondan önce ölecek böylece babalarının acısını görmeyeceklerdir.

Ölüm o kadar acı ve o kadar çaresiz bir şey ki! Eğer sevdiklerinizden daha uzun yaşarsanız onların ölümlerine şahit olmak zorunda kalıyorsunuz; ha eğer onlardan önce giderseniz siz kendi derdinize düşüyorsunuz başkaca bir üzüntü kalmıyor.

İnanır mısınız; bütün bunlar olurken hiç ağlamadım. 2 saat kadar belki yeniden nefes alır diye bekledim Battaniye’yi, vücudu soğuyunca gittim toprağa gömdüm. Dün akşam yatmazdan önce  fotoğraflara bakarken onun resmine rastladım. Birkaç gün önce çekmiştim. Sonrasında sinirlerim boşaldı gitti! Bütün gece boyunca gözlerim pörtleyip, burnum tıkanıncaya kadar ağladım,ağladım. Elimden sadece bu geliyor .
Sizde üzülünce ağlamaktan utanmayın. Erkekler ağlamaz derler! İnanmayın! Okuduğum bir yazıda şöyle der: “Gözyaşı vücudun emniyet sübabıdır! Gözyaşı dökmekle üzüntülüyken sıkışan kalp damarları açılır. Sıkıntılı olduğunda tansiyonu düşen ya da çıkan kişi ağladığında tansiyonu normale döner. Kişi ağladığında vücudundaki stres hormonları gözyaşlarıyla vücuttan uzaklaşır ve biraz sonra rahatladığını hisseder. Kederli olduğu günlerde gözyaşı döken insanlar diğerlerine göre rahatlayarak daha iyi bir uyku çeker. Kişinin içinde sakladığı duygular birike birike bir gün patlama noktasına gelirse, işte o zaman ağlayabilen kişi gözyaşlarıyla ağır bunalımlardan kurtulur.”

Buradan anlıyoruz ki ağlayabilmekte bir nimet! Ancak yinede söylemeden edemeyeceğim: Allah  ağlatmasın!

01 Aralık 2012

Selvi Boylu

O da ne! Bahar mı geldi yoksa? Aralık ayında erik çiçek açmış aldanmış; siz siz olun aldanmayın.
 
 Birkaç güne hava soğuyacakmış. Yağışlar yetişti, toprak tava geldi. Biz de buğdayımızı ektik şükür.

 Biraz geç oldu ama güç olmasın.

 Kasım ayının başında kovanlara koyduğum bal kutularını aldım. Kimileri balını yemiş, kimileri kutuda bırakmış.




 Dalakları kopardım.

 Gördüğünüz ballı petekleri de kovandan almadım ha! Aksine eksik olan çerçeveleri 9’a tamamladım. Bu petekleri de kovanlara koydum. Ben kovanlarda daraltma yapmıyorum. Öyle geniş geniş kışlıyorlar.

 Yağmurların ardından doğa bir uyandı ki sormayın. Sonbahar olduğuna kimse inanmaz. Papatyalar gelincikler bile çıkmış.

 En gözüme çarpan ısırganlar. Öyle neşeli sürdüler ki ;şöyle diyorum üstlerinden biraz kırpsakta annem bize bir ısırgan pişirse.

 Yaprağını elledim elimi ısırmadı. Demek ki daha körpe.

 Bu mantarları yeni görüyorum, çok büyükler.

 Şirinlerin evi gibi. Yenir mi acaba?  Diye düşünürken…

 Birkaç gün sonra mantardan eser yok. Çok hazin!


 İnsanların hayatına benziyor bir varsın bir yok!

Bahçede birkaç tane yabani hardal var( yada kanola) Çok güzel çiçeklenmişlerdi. Bir baktım çiçek miçek hiçbirşey kalmamış.


Tırtıllar kaşla göz arası bitkileri yemişler. Tırtılları sarsmadan usulca kopardım ve uzak bir yere diğer otların içine attım.Öldürmeye kıyamam. Ne de olsa onlarında düzen içinde bir yeri var.

Susak kabakları sonbaharda atak yapıp bolca kabak yaptılar. 3-4 yıl önce Murat hoca bana tohumlarını göndermişti sağolsun. Ancak kabaklar tam olgunlaşamadan yapraklarını don vurdu. Bende koparıp kenara koydum.

Yalnız kabaklar o kadar büyük ki; bundan maşrapa falan olmaz herhalde:)  “Ben de özendim, bende de susak olsun” diye çok isterseniz  tohum gönderirim. Aklınızda olsun.

 Bu buğday çimi. Buğdayları saksıya yeni ektim. Henüz tadına bakmadım. Ama yeyince söyleyeceğim.


Tarladaki biberleri bozunca acı biberleri de söküp saksıya aldım bir müddet daha canlı kalsınlar diye. Hatta bir kısmını da yine saksıya ekip ablamlara verdim.Ben normalde acı yiyemem ancak böyle kahvaltıda domateslerin üstüne zeytinyağ onun üstünede azıcık acı biber doğrayınca güzel oluyor. Biraz iştahınız geliyor. Acı biber bir yandan bizim canımızı yakarken, diğer yandan vücutta endorfin salgılanmasına neden oluyor, bu da bize mutluluk veriyormuş. Siz de mutlu olmak istemez misiniz? Formülü çok açık “acı biber”. Yedim, mutluyum, tavsiye ediyorum:) Eğer ki midenizde bir problem yoksa!

Alçıdan bahçe süslerini bilirsiniz. Yada hayvan heykelleri diyelim. Alçıdan, betondan yada bir tür plastik malzemeden yapıyorlar. (İnternetten araştırmıştım nereden alabilirim diye) Annem birilerinin bahçesinde görmüş çoktandır bir kuzu  istiyordu. Eniştelerimden biri Kütahya’lı. Annelerini  ziyaretten dönerken, Kütahya’nın çıkışında, alçıdan bahçe süslerine rastlamışlar. Eniştem sağ olsun, gelirken arabaya atmış bir kuzu bir leylek:)

 Bizim yavrularda bahçedeki kuzuyu bir sevmişler ki sorma gitsin.Ne kadar masumlar aynı bebek gibi.


 Onları seyretmeye hiç doyamam.  Bana dertlerimi unutturuyorlar.

29 kasım tarihli görüntüler. Arılar uçuş yaptı, birkaç tanesini polen taşırken gördüm. Girişleri kendi kafalarına göre iyice propolislemişler.




Bunlarda kovanın giriş kısmındaki boyaları kemirmiş. Yağlı boyanın üstüne su bazlı boya zaten iğreti oluyor. Eğer ki yeni kovanım olacak olursa onları en başında su bazlı boyayla boyarım.


 Ön taraftaki kovanların metal sehpası var ama arka bahçedekilerin yok. Onlara da sehpa yapılması lazım.


Limoni selvileri ektiğimde hepsi aynı boydu. 10 tane ektim. Kimi gelişti benim boyuma geldi; kimisi küçük kaldı. Bir türkü vardı nasıldı “O yar selvi boyluda ben kısa kaldım; vay benim halime, bana yar olur sandım”…

Bahçedeki güller. Onlarda yağmurdan nasiplendi. Üzerleri tomurcuk dolu ama ne fayda. Haşlanmaları yakındır.

Bu benim en sevdiğim minik gül. Kokusu yok ama sarı pembe beyaz, renkten renge giriyor. Bazı insanlar hiçbir durumda renk vermez ya; oysa sıkılınca yada utanınca bende bu gül gibi renkten renge giriyorum! Sonra insanlarda “ aaa bak nasılda utandı” diyorlar. Utanmak ve yüzü kızarmak gerçekten utanılması gereken bir durum mu? Yoksa bir meziyet mi? Karar veremedim.

Benim ufaklık tavuklardan bahsetmeden olmaz. İstedikleri kadar hazır yem, buğday ve her gün düzenli olarak bir kova dolusu taze ot yiyorlar. Maşallah büyüdüler. Daha doğdukları dün gibi ama horozlar birbiriyle ufaktan dövüş tutmaya başladı bile. Vay başımıza gelenler! Oğlan sahibi olmak zor. Oysa kızlar hanım hanım oturuyor. Geçen gün aklıma geldi onlara banyo yapmaları için toprak koymamıştım. Halbuki tavukların üzerine toz atması onlar için temel ihtiyaç,yoksa kendilerini iyi hissetmiyorlar. Ayrıca koyduğun toprak kuru değil tavlı olacak. Kuruduysa az biraz su dökeceksin biraz sonra tam eşelenmeye hazır hale gelecek (Belki tavuk yetiştiriciliğinde böyle bir şeyin yeri vardır. Ben bir yerlerden okumadım kendi gözlemim olarak söylüyorum) Hemen bir leğen, içine toprak doldurdum, anında doluştular.

 Bilin bakalım bu leğende kaç tavuk var? Bilmece gibi oldu:)Tam 11 tane.

Bir tanesine yer kalmadı. Gariban o da yere yattı. Hepsi çok güzel. Allahın birer lütfu.

Hava birkaç gündür çok güzel, sıcacık. Arıları açarım diyordum ama kuvvetli lodostan açamadım. Sonrasında yağmura döndü.  Yağmur buğdaylara çok iyi geldi. Bu yıl bizim etrafımızda  buğday ekiminin az olduğu dikkatimi çekiyor. Demek ki seneye buralarda ayçiçek daha çok olacak. Yaşasınnn! Arılarım adına ağzım sulandı doğrusu:) Biraz geç olsa da Hicri yılınızı da kutluyor; tüm inananların hayırlı bir yıl geçirmesini diliyorum. Dünyanın hali o kadar karışık ki Allah yardımcımız olsun. Selamlar.