03 Haziran 2014

Ne yapsam!

Babamın bedeni bu dünyadan ayrılalı üç hafta oldu. Olmuş... Ben birşey anlamadım.  Gelen gidenler ; yıllardır görmediğim insanlar. Babama çok kızdım bu günleri bana  yaşattığı  için. İnsanların evimize taziyeye gelmesine çok içerledim. Babama rahmetli demeleri çok daha ağrıma gitti.  Bir ölümden konuşulduysa onbir dünyevi işlerden bahis açılan sohbetler. Taziye evinde bile kimsenin ölümden kendine zerre kadar pay çıkarmaya niyeti yok .Bugün benim babam.. yarın ise başkası olacak.

Pilavdı, pideydi, helvaydı,  kadınlara alınacak tülbentti... Tamam kötü birşey değil ama bunların hiçbirinin dinde yeri yok. Ancak akrabalar konu komşu öyle bastırıyor ki yapmazsam eğer babamın değersiz görüleceğinden korktum. Yoksa hayırın her zaman ihtiyaç sahibine yapılmasından ve elinde imkanı olanın her zaman hayır yapmasından yanayım. Ancak bu sıkıntılı zamanımda böyle şeylerle uğraşmak istemezdim. Neyse onu da atlattık şükürler olsun.

Hastanede vefat haberini aldığımda yalnızdım. Ölüm belgesinde benim imzam var.Herkese haberi ben verdim. Veraset belgesinde benim imzam var. Babamın hastayken elini tutup öpen son kişi benim. Onunla selamlaşan son kişi benim. Onu en çok seven kişide benim. Öyle olduğumu sanıyorum. Ona elimden geldiğince bakamayan kişide benim. Keşke daha iyi bakabilseydim yapamadım...

Cenaze eve geldiğinde hoca dua ederken gözlerimden yaşlar süzüldü. Onun harici ağlamadım. Ağlayamadım. Göğsüm katıldı sanki. 15 gün sonra resmini elime almaya karar verdim. Sabaha kadar saatlerce ağladım gözlerim kurbağaların fırlak gözüne döndü.  Şimdi aklıma geldikçe gözlerimden yaş süzülüyor, kalkıp bir Yasin okuyor bir dua ediyorum.

Daha önce mezarlığa hiç gitmedim biliyor musunuz.. Dedelerim nenelerim ben küçükken ölmüş. Köyün mezarlığını ise sadece uzaktan görürdüm. Sırtını bayıra dayamış mezarlık. Allahım bütün tarlalar çayırlar ayak altında. Kuş sesleri rüzgarın esintisi. Kır papatyaları ot kokusu.  Babam emekli olunca tam da bu manzara için şehirden kaçmış ve köyde iki göz oda yapmıştı kendine. Babam papatyaya bile hayran olan bir insandı onunla bile  mutlu olurdu. Nasıl bir insan bu.

"Edirne'ye mi köye mi gömülmek isterdi?" dediler. Elbette köye gömülmek isterdi " Buraya sonradan geldim ama ölünce bana bir mezar yeri verirler elbet" derdi:)
Rabbim yukarıdaki rüzgarın tatlı esintisini kabrine ferahlık olarak versin inşallah.
Başına bir ağaç üstüne de kekik şimşir ve birkaç çiçek ektim. Haftada bir gidip sulamaya çalışıyorum. Daha sık gitmek isterim ama tek başına bir kız mezarlıkta fitneye sebep olabilir diye; abimin müsait olduğu zamanlarda onunla beraber gidiyoruz.
....................................................................
....................................................................
....................................................................
Dünya işlerine dönelim mi ne dersiniz? İçiniz mi sıkıldı? Sıkılmayın. Dünya ahiretin tarlasıdır. İkisinin bir arada olmasına alışsak iyi olur.

En son kovanların oğula gideceğinden bahsetmiştim sanırım.Akşamları böyle kapıda yatıyorlardı.

Babam yoğun bakımdayken üstüste hergün bir oğul olmak üzere üç oğul aldım. 11.30- 12.00 gibi çıkıyor oğullar. Ben oğulu yakalıyorum. Kovana aktarıyorum. Duş alıp babamı ziyarete yetişiyorum.
Hele babamın vefatından bir gün önce çıkan oğul, komşunun vişnesine kondu ve beni öyle zorladı ki canımdan bezdim açıkça söylüyorum. Ben kovana indiriyorum o ağacın gövdesine geri sarılıyor. Yarabbim dedim ben burada babam hastanede. Ağlamak istiyorum. En sonunda tıktım kovana da bahçeye geri getirdim.

Ertesi gün yakaladığım kovanın önüne baktığımda tam 8 tane yeni ana arının öldürülüp atıldığını gördüm. Demek ki kovanda o kadar çok ana varmış ki ben kovana toplamakta o kadar zorlandım. Bir oğulda da bu kadar çok ana arı hiç görmedim açıkca söylüyorum.

Babamın vefat ettiği gün oğul çıkmadı. Ertesi gün (cenazenin defin edileceği gün) öğlen saat 13.30- 14.00 gibi ortalık bir karıştı. Allahım taziyeye gelenler var. Bir sağa bir sola en sonunda kondu. Onu ağaçtan indirdim kan ter içinde ...baktım yine karışıyor ortalık... Haydi bir oğul daha. Onuda ancak yakaladım. Allahtan cenaze ikindi namazına eve geldi. Eğer öğle namazına gelseydi arılarla başımızda hal olacaktı.

Aradan bir hafta geçti. Yedisi duası var o gün. Öğleni geçe baktım bir oğul daha çıktı. Onu aldım. Baktım bir oğul daha. O ağaçta dururken bir oğul daha çıktı:) toplam üç oğul. Kadınlar akşama geliyor iyiki.
Toplamda iki kovandan 8 oğul aldım.

İbrahim abi  gelmişti.İlk başlarda arılara bakmama yardım eden abimiz: "Babanın bereketi" diyor. "Kaç yıl oldu arıları alalı" dedi. Sekiz yıl oldu dedim. Babam hastalanmadan az önce almıştık arıları Hasköy'den. Babam istemişti benim kurs'a gitmemi.  Arıları beraber aldık. Arı malzemelerimi ise babam gidip aldı hevesle. Arıların balından bir çay kaşığı tadabildi; ağaran peteklerin üstünden. Bir ay içinde beyin kanaması geçirdi hastalandı.

Ah baba ah!!!  Ben arıları bunca yıl hep senin hatırına baktım. Kahırlarını senin hatırına çektim.
Şimdi ne yapayım ben? Kolum kanadım kırık. Kendimi sanki deniz anası gibi hissediyorum. O kadar yorgun, bitkin, pelte gibiyim ki!

Babamın digital bir tek fotoğrafı yok. Ben fotoğraf makinasını aldığımda o hastalanmıştı. Hasta halini hiç resmetmedim. Fotoğrafın üstünden bir fotoğraf çektim. Ortada torunları annem ve babam çok mutlu gözüküyorlar. Babam esmer değil beyazdır ama güneş altında durmaktan yüzü elleri kavrulmuş. Güneş altında çalışmaktan hiç gocunmazdı. Yeter ki köyde olsun; tabiatta olsun. Allahın yarattığı herşeyi güzel gören bir insandı.

Necip fazıl diyor ki;

Ben ölünce etsin dostlarım bayram
Üst üste tam kırk gün, kırk gece düğün
Açı doyurmaksa kabirde meram
Yemeğim Fatiha, günde beş öğün.

Elimden artık yapacak hiç bir şey  gelmiyor. Dua etmekten başka. Başsağlığı dileyenlerin cümlesinden Allah razı olsun. Allah ana babalarına hayırlı uzun ömür versin; bu dünyadan ayrılanlara da rahmetini esirgemesin.